Bloguma bir türlü devam edemememden ötürü rahatsız oluyordum uzun zamandır. Oysa ki oldukça iyi bir terapiydi benim için. Kendimi ifade ediyordum. Aklıma pek çok fikir gelmesine rağmen bir türlü klavyeyle buluşmuyorsa parmaklarım, bir değişime ihtiyaç olduğunu görebilmek lazım. ( Yazıp yayınlamadığım bile var.) Bu yeni heyecanı albüm yorumlarında bulacağıma inanıyorum.
Kendisi asla müzik yapamadığı için eleştirmen olanlardan değilim ben. Genelde film eleştirmenleri için böyle söylenirdi değil mi? Aslında yazar, yönetmen ya da müzisyen olmak her şeyden önce yaratıcılık gerektirir, ondan sonra da gözlem yeteneği ve çalışkanlık. İyi bir şeyler yaratabilmek için biraz acı çekmeyi de göze almalısınız, aksi takdirde insanların gönül teline dokunamazsınız. Eleştirmenler ise konularına en az sanat üretenler kadar hakim olmalıdırlar kanımca. Yoksa onları kim dinler, değil mi? Ama müzisyen de değilim ben. Sevgili dostlar, mesele o da değil. Şimdiye kadar şarkılar, gençlik anıları, hayattaki beklentilerim, etrafta görüp de eleştirmek istediklerimi karıştırıp yazıyordum. Doğru anlaşılmak yerine şiirsel olabilmeyi arzuluyordum. Oysa şimdi meselem, öznel hislerden çıkıp, insanlara bir şeyler tavsiye edebilmek.
Fikir aslında dinlediklerimi paylaşabilme isteğimden kaynaklanıyor. Radyo programı yaparken böyle bir lüksüm vardı. Kendimi en iyi ve üretken hissettiğim yerlerden biriydi radyo. Ama araya çok zaman girdi ve uygun ortamı ve gerekli enerjiyi bulamadığım için şimdilik gündemimde değil. Internette video paylaşanlardan da olmak istemiyorum. Durum güncellemesi yerine dinlediğim şarkının sözlerini yazmak istiyorum ama tutuyorum kendimi. Kendimi tutmadan, özgürce, zaten defalarca dinlemiş olduğum bir albümü eleştirebilirim, değil mi?
Başlamadan önce bazı eleştiri ve yorum dergi ve sitelerini okudum. Çoğunun bir notlama yıldız veya sistematiği var. Kendim de çok bilmediğim müzikler hakkında okurken bu yıldızlara takıldığımı fark ettim. Diğer bir gözlemim de bazı süper olarak nitelendirdiğim albümlerin ortalama notlar aldığı oldu. Müziğin bunlarla bir ilgisi olmadığını zaten biliyoruz. Ben sadece albümde neyi sevdiğimi anlatmaya çalışacağım. Sözü uzatmadan son zamanlarda sıkça dinlediğim albümler içinden seçtiğim Ron Sexsmith' in "Cobblestone Runway" i hakkında görüşlerimi sıralamaya başlayayım artık.
Cobblestone Runway - Ron Sexsmith
İtiraf etmeliyim ki Ron Sexsmith' i ilk keşfettiğim yıl 2009' du. O zamanlar geriden gelip kaçırdıklarımı yakalamak için kuvvetli bir istek duyuyordum ve ciddi bir arşivleme faaliyeti başlattım. Bir iki albümünü edindim ama kendisine bu yıla kadar zaman ayıramamışım maalesef. Oysa şimdi o kadar tekrar ettim ki, evdeki çocuklar bile "Gold In Them Hills" e eşlik ediyorlar.
Bir müzik albümden en iyi tadı alabilmek için ilk dinletideki intibaya takılmayıp, defalarca dinlemek, sözleri anlamaya çalışmak, tınılardaki detaylara dikkat etmek gerekiyor. Mutlaka hakkında yazı yazmanız gerekmiyor ama yorumlayabilecek ya da bir arkadaşınıza önerebilecek düzeye gelmeden albümden alabileceğiniz haz sınırlıdır. Güzel bir tabloya bakmak gibi düşünün. Ancak bazı tablolar sürrealisttir, kavramsaldır veya dışavurumcudur. Biraz uzun bakmak gerekir tablonun mesajını kavramak için. Ben de Sexsmith' in albümüne gereken zamanı ayırdım ve net bir şekilde hiç sıkılmadığımı söyleyebilirim. Sexsmith albümünde farklı müzikal yönlere gidiyor. Albümü yalnız dikkat çekici piyano balladlarıyla süslemekle kalmamış, plaj dinletilerinde çalınabilecek gitarlı pop şarkılarının arasına, uçuk diyebileceğim, drum machine altyapısıyla dans ritimleri içeren şarkılar da yerleştirmiş.
Albümün öne çıkan balladları "Gold In Them Hills" ve "God Loves Everyone" da aşırı bir iyimserlik hakim. Gitar dışında enstrüman içermeyen "Best Friends" ile birlikte depresyondan çıkarmak istediğiniz arkadaşlarınıza reçete olarak önerebilirim. Ağır ve duygulu şekilde "Sorun yok", "Her şey aslında mükemmel", "Gözünü aç, etrafındaki güzellikleri fark edeceksin" mesajı veriliyor. Kimse ona müziğin yalnız veya kendini yalnız hissetmekten zevk alan insanlar tarafından tüketildiğini söylememiş sanırım. Ben söyleyeyim: Bu müzik satmaz, dostum. İğneleyici olmalı, keskin olmalı, derin duygular ya da hayal kırıklıkları barındırmalı. Bu şekilde ancak pop müzikte değişik tatlar arayan insanlara ulaşabilirsin, diye anlatmak isterdim. Ama bu benim işim değil, eleştirmen yazar, sanatçı yine kendi bildiğini yapar.
Albümün açılışında yer alan söz konusu iyimser içeriğe sahip, caz davullarıyla süslü "Former Glory" bir süre sonra fena dilinize takılıyor. Albümün ilk yarısı bahsettiğimiz balladlar hariç iyi örülmüş, altyapısı gitarlar, piyanolar ve geri vokallerle süslenmiş pop şarkılarıyla dolu. Bir yazar-müzisyenden çoğunluk kapalı bir odadan gitarıyla karamsar parçalar çıkarmasını bekleyebilir. Ancak Sexsmith orta yaş bunalımlarını erken atlatmış gözüküyor. Sadece bir şarkı yazarı olarak değil pop müzisyeni olarak da anılmak istediğini algılayabiliyoruz. "For A Moment There" bunun güzel bir örneği.
Benim favori parçam ise "The Less I Know" oldu. Otel odasında şampanya içip ikili olarak dans edebileceğiniz, bolca lirik keman içeren bir beste. İnsan çok daha romantik sözler bekliyor ama şarkıda belirgin bir ikili ilişki tarif edilmiyor. Aşkta derin ruhsal beklentilerinin karşılığını aramak yerine, anın büyüsüne kapılıp kurtuluşu aşkta bulmayı salık veriyor. Zamanında çok uğraştığı ve trip yaptığı belli oluyor ustanın. Bu bile benim için dinlemediğim Ron Sexsmith albümlerini müzik çalarıma doldurmak için yeterli sebep.