23 Nisan 2008 Çarşamba

Hunger Strike - Temple of the Dog

Hunger Strike
Temple of the Dog

80’ lerin sona ermesiyle Rock aleminde hızlı bir imaj değişimi gerçekleşti. Bu gerçekten gerekli idi, çünkü Rock ve Heavy Metal yıldızlarının gerçek dünyayla aslında bir bağlantısı yoktu. Tamamen yapmacık bir görüntü sözkonusuydu. Öyle ki metalci olarak tabir edilen gençlik bile diğerleri tarafından ucube gibi görülürdü. Bu dönemin sonunda kimse artık yerden yarım metre yüksekliğindeki dumanlara katlanmak zorunda kalmayacaktı. Konserlerde sahnede patlatılan dev maytaplardan ya da ateşlerden yaralanan olmayacaktı bundan böyle. Kimse sahne arkasına paraşütle inmiş gibi yapıp bir stadyum dolusu insanı kendine güldürmeyecekti. Makyaj yapıp bikinili kızları etrafına toplayan yıldız görüntüsünden kurtulmuştu insanlar. – David Lee Roth’ dan daha iğrenç kim olabilir sorusuna gerçekten yanıt yoktur. - Ne zaman ki tayt giyen adamlar sahnelerden kayboldu, bu olaya hiç üzülen olmadı; “Still Loving You” nun klibinde konseri sahnenin en önünden izleyen kız dışında. O ciddi bir biçimde Michael Schenker’ in sanatına hayrandı.

Herkesin farklı bir hikayesi vardır ama pek çoğu gibi benim için de olay Pearl Jam’ le başladı. Alice In Chains ve Nirvana gibileri doksanların başında ortaya çıkıp görüntüyü tamamen değiştirdiler. Onlar daha sıradan görünüyorlardı, üstte başta yoktu. Fazlaca çekiyorlardı belki ama Jim Morrison gibi kopup gitmiş bir halleri yoktu. Doksanların başından itibaren buram buram depresyon aşılamaya başladılar. Giderek çoğu zamanlarını kasvetli odalarında grundge dinleyerek geçiren, kendine bakmayıp paspal giyinen, tripten tribe girmeye eğilimli bir kalabalık oluşmuş oldu. Bazıları bu yeni akımı sıkıcı buldu, “Everything About You” gibi suya sabuna dokunmayan şarkılar, Extreme gibi yapmacık gruplar dinleyip takılmaya devam ettiler. Doksanların bunalımlı atmosferi ise Grant Lee Buffalo’ nun “Fuzzy” sinde vücut buluyordu. - Sevenleri bir komün oluşturup bir evi işgal etseler direkt katılabilirdim o dönem.- Bir tane Pearl Jam yetmemiş olacak ki bir de Stone Temple Pilots çıkmıştı. “Creep” diye eşsiz triplerde parçaları vardır. İsmi aynı olan Radiohead klasiği ile karıştırılmamalıdır. Hangisi daha moral bozucudur bilemiyorum. Ancak Radiohead’ ın parçası “Bisikletçi” adlı psikopat eğilimleri mavi görsellikle birleştirebilmiş Vietnam filmine müzik olmuştur ve o dönem gençliğini derinden etkilemiştir. Sinir bozucu şarkılar yapmakta grunge gruplari birbiriyle yarışır hale gelmiştir adeta. “Fell on Black Days” ya da “Drive” gibi marşları dilinden düşürmeyen bir gençliğin ruh halini düşünün artık. Bunalımdan zevk almak zorundadır, ne yapsın. Öte yandan Seattle kentinden gelen bu yeni akımın sahipleri yalnız değillerdir kuşkusuz. MSP “She is Suffering” ile bayağı bir üzer, yaralar. Sıkça bu şarkıyı dinleyen genç bayların sosyal yardım almaları gerekmiştir. Radiohead ilk iki albümünde karamsar temalar işlemiş olsa da “Let Down” a gelindiğinde şarkıyı yapanların olduğu kadar dinleyenlerin de ruh hali “Vah vah!” veya “Yazık Garibe” nidalarıyla izlenmiştir.


Belki de bu kadar mutsuz eserler vermiş olmalarına rağmen bunca klasik çıkarmış olmalarının nedeni hayata karşı ciddi olmalarından kaynaklanıyordu. Doksanlardaki çoğu grup New Model Army kadar ciddi olmak istediler. Yine de hiçbiri bu konuda “The Hunt” ın yanına bile yaklaşamamıştır o ayrı. Bir farkları vardı öncekilerden: Toplumsal değil kişiseldiler. Politik olacak kadar okumuş değillerdi çünkü. Dönemin gençliği kendisiyle o kadar meşguldü ki çevresiyle olup bitenin pek de farkında değildi. Ancak boş değildiler ve bir duruşları vardı. Belki de bugünkünden daha güzel albümler yapan RHCP bile o zamanlar ciddiye alınmadığı için geri planda kalmıştı. Kendileri de “Arkaşlarım depresyonda” diyerek olaya ışık tutmaktadırlar. Oysa onlar tribe girmezler hiçbir vakit, e kolay mı üzerinde sadece çorap teki varken sokakta gezmek, “Coffee shop” da buluşup Iggy Pop gibi dans etmek. Şimdilerde grup müziği popülaritesini yitirdiğinden rakipsiz kaldılar. Bugünlerde ne kadar çaresiz olduğumuzu Flea’ nın kendisini dinleyenleri grup kurmaya davet etmesinden anlıyoruz. Birşeylerin tekrar edeceğini umarak, günümüzün hakim pop akımlarının sahneden kaybolmasını azimle bekliyoruz.

Herkes o dönemde mutsuzluk pompalamadı elbette. Arada bir de Spin Doctors diye yeni nefesler çıktı ve karamsarlıktan uzak, eğlenceli, romantik ve naif şarkılar yaptı ki; unutulmazdır. Kim başka “Cebim kriptonit dolu” ya da “Beni elde edebilecekken nasıl onu isteyebildin ki?” diyen şarkılar yapar ki? Doksanların başlarından itibaren hummalı bir biçimde bunalım takılanlan rock gençliğinin üstündeki bulutlar sonradan dağılmaya başladı. İnsanlar “Mr.Jones” diye bağırıp dans eden bir adamı izleyerek eğlenmeye başladılar. Hatta garip bir şekilde, anlamsız şarkılar yapan Sherl Crow’ un yıldızı parlamaya başladı. Her malın bir alıcısı vardır tezi ispat olmuş oldu böylece. Diğer yandan ise Veruca Salt geliyordu. Alternatif kız gücü Breeders den nasibini almamış olanlar, henüz vakit varken “Metallica’ yı bırak Elastica’ ya bak” diyemeyenler ve Hole’ u izlerken midesi kalktığı için bu kulvardan uzak duranlar Veruca Salt ile altın bulmuş gibi oldu. Her indie sever gencin rüyası “Number One Blind” ile gerçeğe dönüşmüş olur. İlik gibi ablalar, Pixies kadar çiğ bir sound; gerçek olamayacak kadar güzeldir. O dönemin diğer bir unutulmaz neşe kaynağı da “No Rain” ile Blind Melon’ dur kuşkusuz. Yeşil çalılıklar içindeki performans klibini yağmurlu günlerde izlemenizi öneririm. Sizin üzerinizde de size özel bir güneş parlatacaktır.

Doksanlarda Kurt Cobain’ in beklenmedik intiharı tam bir şok etkisi yaratmıştı. Çoğu için bir silkinişe vesile oldu bu olay. “Nereye gidiyorum? Toparlanmalıyım yoksa bir gün bende bir gün uçurumun ucuna gelebilirim.” diyen gençler yavaş yavaş sağa sola kaçmaya başladı. Grundge da zaman içinde az inlenir oldu ama geriye klasikler kaldı. Soundgarden ve Pearl Jam elemanlarının sentezlenmesiyle ortaya çıktığı zannedilen proje grubu Temple of the Dog tek bir albüm yapmış olmasına rağmen grundge severlerin favorilerindendir. Sonradan öğrenilir ki aslında bu proje Pearl Jam’ in çıkışından öncesine dayanır. Bilinen ilk grundge gruplarından Mother Love Bone’ un solisti Andrew Wood fazlaca eroin çekmekten mütevellit hakkın rahmetine kavuşur. Onun ev arkadaşı olan C.Cornell, Mother Love Bone elemanları S.Gossard ve J.Ament’ a, Wood için bestelediği iki şarkıyı kaydetmeyi önerir. Proje daha sonra albüme kadar uzanır ve böylece Temple of the Dog ortaya çıkmış olur. Sonradan kurulacak olan Pearl Jam’ in ilk albümü “Ten” in başarısı üzerine “Hunger Strike” 45’lik olarak yayınlanır ve albüm lanse edilir. Ne de iyi olmuştur! “Hunger Strike” tarzının ağır aksak örnekleri içinde pek bir özeldir. Ne de olsa iki süper solisti bir araya getirmiştir. – Üstelik C.Cornell kendini aşmıştır bu parçada. – Grundge çok daha popüler örnekler vermiş olmasına rağmen hiçbirinde ondaki progresif havayı bulamam. Grunge denen tarzın müzikal tam bir özetidir kanımca. Ancak aykırı olarak – “Jeremy” de olduğu gibi - içinde kapananıklığı aşma, ayağa kalkıp haykırma hedefi gösterilmektedir. Ağır aksak, şarkı içinde değişkenlik gösteren ritmleri, gücü ve ritmi artan vokalleri, ciddi bir bakış açısı ve duruşu barındırabilmektedir. “Ne derseniz deyin ben dönmezem yolumdan” mesajı verir. “Down In a Hole” gibi sizi toz toprakta süründürmez.

Fazla birşey üretemeyen günümüzün müziğinden maalesef bir beklentimiz kalmadı. Guano Apes gibileri çıkmayalı da yıllar oldu. Bugün hala yaz festivallerine baş grup olarak Rage Against the Machine çıkıyorsa doksanların bayağı gerisindeyiz demektir. Beck gibi bir genç, sağlam bir vatan evladı yok mu yahu? Var elbette, ancak ruhsuz müziklere prim veren günümüz ortamında yerini bulamıyor. Yıl 2020 de olsa bir gün gelecek devran dönecek. Gel “armageddon” gel, hava dönecek rock’ tan, alternatiften esecek yel. Andrew Wood gibi babalardan göçüp giden de çok ama hala ayakta olanlara ve müziğin ruhuna inanmış gençlere güvenmek istiyoruz. Birilerinin gelip son on yılı müzik sahnesinden sileceğine inanıyoruz.

Bülent Tekin
Nisan 2008

Hiç yorum yok: