Gorky’s Zygotic Minci
Gorky’s Zygotic Minci pek çoğunuzun yüksek ihtimalle hatırlayamayacağınız, artık dağılmış bulunan Galli bir grup. Doksanların sonunda bazı ümit verici yorumlar aldılar, bir kaç zıpır alternatif hit kayıt ile dikkat çektiler, ada coğrafyasında orta boyutlu bazı salonları doldurmayı başardılar. Ama 2006’ da kurucu gitaristlerinden yoksun kaydettikleri üç, folk ağırlıklı, küçük, sevimli albümden sonra, binlerle hayranlarının hüzünlere boğulmasına rağmen – onbinlerin üzülmediğine bugün hiç olmadığım kadar eminim – dağıldılar maalesef. Gorky’s gibi, Tanrı’ nın yetenek dağıtırken cömert davrandığı, küçük de olsa takıntılı ve takipçi, fanatik bir hayran kitlesi yakalamış, birkaç başarılı albüm yapmış; ancak şanssız onlarca grup var ne yazık ki. Ama Gorky’s müzikte bir kariyer yapabilmek için ciddi bir savaşım vermiş, benim gibi araştırmaya meraklı bazı bekar erkeklerin ilgisini üstüne çekmeyi başarmıştır. Gerçi pop züppeleri genellikle kendi sevdikleri grupların haksızlığa uğradıklarını iddia eder; onlara göre başarısızlıklarının sebebi zevksiz, cahil ve algısı bozuk, mavi gezegenimizdir. Halbuki değiştirilemez gerçek şudur ki; o gruplar ya çok sessiz, çok sıradan ya da çok akıllılardı, belki de süslenmek, küçük kızlara asılmak, uyuşturucu kullanmak, ilgili çekecek makyajlar ve dövmeler yaptırmak, foto çekimlerinde nasıl etkileyici bir bakış takınacaklarını çalışmak yerine zamanlarını çok fazla The Replacements ve Fugazi dinleyerek geçirmişlerdi. Her zaman Mark Hollis’ in şarkı yazma yeteneğini Snoop Dog’ un kaba tacizciliğine tercih ederim ancak ben bile hangisinin daha büyük bir yıldız olduğunu itiraf etmek zorundayım.
Her neyse. Ben bir şekilde Gorky’s Zygotic Minci’ yi sevmeyi öğrendim. Aslında onlar gecenin bir saatinde yayınlanan, uluslararası bir müzik televizyonunda, alternatif nesil için hazırlanan özel bir programda şans eseri tanışılacak değil de, elemanların birini ya da birkaçını şahsen tanıyor olmak isteyeceğim insanlar. Euros Childs bir başka arkadaşımın mahalleden arkadaşıymış mesela. Ya da Megan bir arkadaşım ile ortak ders almışmış. Bir şekilde tanışmışız, beni kendi düzenledikleri konserlerine davet etmişler, demo kasetlerini radyoda çalmamı rica etmişler. Ya da her zaman kaset kopyalatmaya gittiğim plakçıda part-time elemanmış John Lawrence. Beraber takılmışız, kokoreç yiyip parkta müzik muhabbeti yapmışız, para birleştirip punk konserlerine gitmişiz birlikte. Bir kaç yıl sonra John ile yolda karşılaşınca beni görmezden gelmiş ama havaya girmiş bir rock yıldızı olduğundan değilmiş, gözlüklerini takmadığından beni tanıyamamışmış, sonra çok özür dilemiş vs. Durun daha bitmedi: İlk kayıtlarından itibaren ne kadar yetenekli olduklarını anlamışım, hep konserlerinde onları takip etmişim, desteklemişim, ama üç yıl sonra kalabalıktan giremediğim konser salonuna bedavadan sokmasını rica edecek kadar da samimi değilmişim. Grubun harcanıp gitmesine fazlasıyla üzülmüşüm ama onları tanımış olduğum için kendimi çok özel hissedermişim mesela.
Hayatımın belli yıllarında asla meşhur olmayacak ve sonunda kendini tüketecek, elemanların her birinin tövbe edeceği black-metal gruplarıyla arkadaşlık etmek yerine, bambaşka bir ülkede Cranes ya da Slowdive üyeleriyle tanışıyor olsaydım eğer, bugün benzer yazıları anılar şeklinde yazmayacaktım; yazılarımı doksanlarda Melody Maker’ da haftalık güncellikle yayınlıyor olabilirdim. Belki de o zamanlar yazma yeteneklerim yeterince gelişmemiş olacağından yayın dünyasından dışlanacak, popüler radyolardan birinde uçuk kaçık gece programları yapıp kitlesel ilgiye maruz kalacak, Nick Kent ya da John Peel gibi yalnızca müzikal güzelliklerin seveni ve takipçisi olabilmek gibi bir yeteneğe sahip olduğumdan uluslararası tanınmış bir müzikal karakter haline gelecektim. İnsanlar, gruplar ve plak şirketleri yorumlamam, çalmam (mümkünse ve lütfen) diğerleriyle paylaşmam için bir sürü kayıt göndereceklerdi. Ben çoğuna burun kıvıracak, o kalabalık içinde dinlemeye, vakit ayırmaya değer gördüğüm birşey bulabilmek için yoğun elemeli bir önyargı sistemi geliştirecektim. İşin güzel tarafına bakalım; anlamsız TV programlarında müzik hakkında ahkam kesecek, My Bloody Valentine üyeleriyle sohbet edebilecek, Cocteau Twins’ in Paris konserlerine bedava VIP biletleriyle gidecek, herkese tanıttığım The Daysleepers’ dan teşekkür ve hediye dolu mesajlar alacaktım belki de. Belki de Gorky’s ve galce şarkılarını çaldığım için bazılarının tepkisini çekecek ya da plak kapağındaki fotoğraflarını beğenmediğim için öylesine bir kenara attığım demoyu kaydetmiş sokak gruplarından birinin saldırısına uğrayacak ve kariyerime zaman zaman virgül koymak zorunda kalacaktım.
O kadar ünlü ve havalı bir DJ’ e dönüşmedim hiçbir vakit; ancak yine de müzik ve binlerce grup hakkında sağlam bir öngörüye sahip olabiliyorum. Buna kendimce zevk sahibi olmak diyorum. Kolay kazanılmayacak bir yeti kanımca. Ayrıca müzik denizi fazlasıyla geniş ve derin, en değerli inciler de en diplerde gizli; öyle ki onlara ulaşabilmek için popüler kültürün ucundan kıyısından yakalayıp yüzeye çıkardığı, gün ışığıyla parlattığı balık sürülerinden sıyrılıp hazinemsi güzelliklere ulaşabilmek için böyle bir yetiye sahip olmak da şart. Son zamanlarda işime çok yarıyor; bu sayede Björk’ ten bile uzak durabiliyorum, Mogwai ve hatta Sigur Ros’ u bile ihmal edebiliyorum. Ancak grup üyelerinden bazıları arkadaşım olsaydı emin olun ki farklı bir uygulamaya tabi olurlardı haliyle. O zaman kaydettikleri her parçayı dinlerdim. – Sadece introya kulak kabartmaktan bahsetmiyorum – Tekrar tekrar tüm parçaları kulaklıkla sakince dinler, beğenmesem bile önemsemez ve sıradaki – büyük ihtimalle muhseşem armonisiyle beni saracak olan – kayıtta yeni bir değer bulmaya çalışırdım. Elime geçmiş yeni kayıt, Sonic Youth, Neil Young ya da Teenage Fanclub gibi yıllar boyunca yaptıkları her parçayı binbir özlemle sarıp, sevip, kokladığım, yapıkları her kayıtta ayrı bir özen ve prodüksiyon altyapısı olan usta müzisyenlere aitse eğer, yine benzer bir muameleyle karşılaşıyor haliyle.
“Sbia Ar Y Seren”, Gorky’s Zygotic Minci’ nin John Lawrence olmadan kaydettiği, bolca akustik yüklü, ağır ve duygusal bir albümün, galce yazılıp söylemiş, ninni kıvamındaki son şarkısıdır. Onlar maalesef arkadaşlarım değillerdi ama ilk duyduğum parçaları “Let’s Get Together (In Our Minds)” beni öylesine çarpmıştı ki, her yerde onlara ait bir kayıt arar olmuştum. B yüzlerini, konser kayıtlarını arayıp buldukça onları daha çok sever ve bağlanır oldum. Benden başka seven de etrafta pek yoktu, sanırım bundan sebep onları okul yıllarında keşfettiğim amatör bir grup gibi gördüm ve kendimi özel hissettim. Onlara da baba müzisyenlere duyduğuma benzer bir bağlılık geliştirdiğimden olmalı, folk tarzı bir albümün gal dilindeki son parçasını bile keşfedebildim. Defalarca, kendime ait yapıncaya kadar, tını bankamın kalıcı bir parçası haline getirmek için sürekli çaldım, dinledim. İşte müziğin ihtiyaç duyduğu davranış budur; bu tarz bir adanmışlık, müzisyenlerin gerçekten ne yaptıklarını bildiklerine inanmışlık, ki onlara yeterince güven verirseniz onlar bir gün sizin seveceğiniz bir eserle karşınıza çıkacaklardır. “Sbia Ar Y Seren” gibi bir altına kavuşabilmek için, belki de ihmal ettiğim büyük grupların pek çok güzel şarkısını kaçırıyorum. Kim bilebilir ki?
1 yorum:
Ne yazık ki ünlü veya yarı ünlü bir grubun üyelerinin arkadaşı değilsin. Bir grup sıradan mühendisin dostusun. Bizimle idare edeceksin artık...
Aklıma hemen bir zamanlar hayalini kurduğumuz grubumuz geldi. Ben bass gitar çalacaktım, sen davullarda olacaktın. Boğaç gitarda, Gökhan da vokalde olacaktı. Hatta isim bulma çalışmalarımızın sonuçsuz kaldığını hatırlıyorum. Bir zamanlar iyi bass gitarı olan şarkıları dinlerken, Ankara'nın küçük barlarının birinde, o şarkıyı çaldığımızı hayal ettiğimi itiraf edeyim. Kendi dar arkadaş çevremizin en ön masalarda bizi dinlediklerini düşünürdüm.
Sanırım benim vizyonum pek geniş değil :)
Yorum Gönder