14 Nisan 2009 Salı

Little Wing - Jimi Hendrix

Little Wing
Jimi Hendrix

Hiç beklenmedik bir anda ve de son derece resmi bir şekilde en sevdiğim şarkının sorulması ile hayatımın belki de ilk kez, istekle bir ödev yapmış oldum. Rusça olarak en sevdiğim şarkının ne hakkında olduğunu anlatmam istenmişti. Gecenin bir yarısı uykum kaçtı. Sözlükler açıldı, bilmediğim, daha önce hiç kullanmadığım kelimeler, kiril harfleriyle yazıldı, cümle içinde kullanıldı, vesaire. Tabii bütün bunlar; o hangi muhteşem, o nasıl da bu kadar vurucu olabildiğine inanamadığım, o hayatım boyunca defalarca dinlemekten asla bıkmadığım, o her dinlediğimde de derinden etkilendiğim, o her defasında bir baş dönmesi ve girdap içinde hissettiğim ve hislendiğim ve aynı zamanda benim ruhumu ve hayat görüşümü en iyi yansıtan parçayı seçmek için harcadığım dört saatlik ev içinde gezinme, düşünme, parçaları bulup dinleme seansından sonra olmak zorundaydı. Neyse ki sonunda bacaklarım iflas etti, son bir gayretle ve yarım saatlik bir eforla Oasis’ den “Live Forever” hakkında 3 cümle yazabildim. "Live Forever" hakkındaki cümlelere ileriki yazılarda değinmek üzere, izninizle bugün, ödev yaparken, hayatım boyunca kişisel dinleme adedim bakımından rakipsiz olduğunu tespit ettiğim, “Little Wing” hakkında cümleler sıralamak istiyorum.





“Little Wing” belki de, müzik tarihinin en çok yorumlanan parçalarından biridir. Yazarı Jimi Hendrix insan olarak görülmediğinden olmalı, pek çok Adem oğlu onu yorumlayarak yerküreye indirmeye gayret etmiştir. Oysa mum çoktan sönmüştür ama mum yanmakta iken etrafını oldukça aydınlatmıştır zaten. Yapılan pek çok yorum, her ne kadar Steve Ray Vaughan gibi çok büyük olmuş ve geniş takdir toplamış müzisyenlere ait olsa da orjinaline saygı sunmaktan öteye gidememiştir. Ancak yine de Sting’ in her şarkısı birbirinden güzel 1988 albümü Nothing Like The Sun’ da ilk dinlediğimde onu – kopyalanmış bir kaset dinlediğimden parça ve bestecisi hakkında bilgim yoktu o zaman – albümdeki diğer parçalardan ve o zamana kadar dinlemiş olduğum tüm şarkılardan çok farklı olduğunu hissetmiştim. O zaman bilemezdim tabii Sting’ in yorumu orjinalindeki girişi içermiyordu. Onun yerine sözler iki kez tekrar edilmişti. Aradaki gitar solonun üstüne de Branford Marsalis’ ten nefis bir saksafon pasajı eklenmişti.

Orjinali ve Sting ‘ den yaptığım dinletiler yetmemiş olacak ki Skid Row, S.R.Vaughan, G3, Corrs, Clapton tarafından yapılmış bilimum yorumlarını defelarca dinledim. Şarkının kapanışındaki eşsiz soloyu farklı yorumculardan dinlemek pek bir eğlenceli gelmiş olacak ki yıllardır hiç sıkılmamışım. Ayrıca en beğendiğim gitaristlerden Mike McCready “Little Wing” in girişine benzeterek bir “Yellow Ledbetter” yazmıştı ki, tam Pearl Jam popularitesinin üzerine gelen bu kayıt, üniversite yıllarımda tam favorim olmuştu.

Bizim müzikten beklentimiz aslında neydi? Bizi uçurması, farklı alemlere taşıması, değil mi? Bunu Jimi’ nin gerçekçi ama bir o kadar da hayali kahramanı gerçekleştiriyordu. Sahibine istediği herşeyini veriyordu. O ne zaman üzgünse, yanında bitiyordu; elinde gümüş bir tepsiyle sadece natürmontlar değil cennet meyveleri sunuyordu. O insan değil huriydi adeta, kıvrımları farklı bir düzlemdeydi. Mutluluk saçıyordu, tüm yaraları iyi edecek bir hemşireydi, kafasına iliştirilmiş beyaz kepiyle pek bi güzeldi. Beyaz tülden kanatları vardı ve "9,5 hafta" şarkıları eşliğinde ters ışıkta şovlar sunuyordu. Sonradan gelecek anonsa yolcuları hazırlıyordu: Tüm yolcular yerine geçtiyse uçuşa hazırız. Mavi gözleriyle yolcuları süzüyordu, kulaklarımızdan gelen gitar sesleriyle anlıyorduk: Evet, işte blues böyle birşeydi. Johnny Winter’ dan Robert Cray’ e, John Mayall ‘ dan Gary Moore’ a hepsinin anlatmak istediği buydu: Zaman elimizdeydi ama çocuklar gibi gülüyorduk, aşıklar gibi yaşıyor ve gökgürültüsüyle akıyorduk. Ardından Neil Young’ ın mızıkasını hatırlayıp, o güçle mavi gözlü dilbere sesleniyorduk: İşte blues denilen şey bu olsa gerek.

Yine de Rusça hocasına, verdiği ödev için onu anlatmak oldukça zor gelmişti. Şarkı kelebekler ve zebralar hakkında değildi sonuçta. Mutluluk saçan ütopik bir sevgili hakkındaydıydı zannedersem. Binlerce sirk gülüşü ile özgürlüğe kavuşturan, yaralara merhem olan verici güzeldi Jimi’ ninki. Hayatta kaç kişiye nasip olmuştu ki? Sadece Jimi yazabilirdi bunu, insan değildi ki o. Ona gaipten sevgililer geliyordu belki de. Sarı yeşil yapraklarla başına taçlar konduruyordu, gözlerinde güneşle bir görünüp bir kayboluyordu. Onu bulutlar içine sokuyordu, mantarlarla kaplı ormalık bir alanda uykuya bırakıyordu. Bu kelebekler ve zebraların verebileceğinden çok daha fazlasıydı. Ama hayat bu kadar basit değildi, bu ütopik aşkın gerçekte karşılığı yoktu, dibe vurdukça onu kurtaracak kimsenin olmadığını farkettiğinde ise artık çok geçti.

Siz de artık çok geç olmadan rüyadan uyanın sevgili okurlarım. Uyanın! Bir tek aşk yoktur ki acıyla sona ermesin, bir tek aşk yoktuk ki naif kalbinizi yaralamasın, sizde iz bırakmayacak bir aşk yoktur. Başka şarkılara bakın; onları mutsuz aşktır kurtaran, her gitar melodisi hıçkırıkla beslenmektedir. Susun söylemeyin herşey ortada artık, sözleriniz ancak kanatır yarayı: Mutlu aşk yoktur. Keşke Jimi de bilseydi Aragon’ u. Yükselen güneşin ışıklarıyla aydınlanmış olurdu, acı sonundan uzaklaşmış olurdu. Ama nerden bilebilirdi ki kafası iyiyken nasıl farkına varabilirdi ki, dünyanın vahşiliklerle dolu olduğunu nasıl anlayabilirdi. Maalesef saf ve içten duygular raflara tozlanmak ve çürümek üzere müebbeten kaldırılmıştı.


Ne mutlu ki onun bütün bu vahşetten haberi yoktu. Onun “Benden ne istersen al” diyen sevgilisi vardı, bembeyaz aşkını gümbür gümbür haykıran. O duygularla 1969’ da woodstock’ da çalmıştı, büyülenmişçesine izlemişti herkes, çünkü o emprovize blues gitarını tanımlamaktadıydı. Gitar denilen enstrüman o güne kadar anlamını tam olarak bulamamıştı. Unutulmadı ondan sonra, efsane oldu. O günden sonra da değerini hiç yitirmedi, Bir kez “rocker” olan hep “rocker” dı artık; büyüye kaptırmıştı herkes kendini.

Günümüzde bazınlarınca demode ve kokuşmuş bulunsa da, gitar bir klasiktir. Jimi onu içimize kazıdı ve ruhumuzda yarattığı manik depresyon gözlerimize, yüreğimize, aşklarımıza yansıdı. Hep uçuk hayaller ve acılar içinde gidip geldik. Bu iniş çıkışlardan zevk almamızın sebebi doğamıza yakışmasıydı belki. Evet mutlu olmak istiyorduk ama mutlu olamayacak kadar sorgulayıcı ve doluyduk. “Little Wing” de tarif edilen sevgilinin bizi gelip kurtaracağını sandık, ama nafile. Gitar sololarının vediği güçle ancak akıntıya ve acıya karşı koyabildik, farklıydık, dağların arasından kıvrıla kıvrıla ve devinerek aktık, dalgaları karşılayan gemiler gibi, gövdelerimizle, karanlıkları yara yara çıktık, otuzlu yaşlarımızın aydınlığına. Ve bugün müteşekkiriz sana Jimi, hayatımıza sözlükte tanımlanan tüm duyguları kattığın için, bizi boşlukta kaybolmaktan kurtarıp elimizden tutup gitarınla yükselttiğin için ve her ne kadar ütopik de olsan varolduğun için, geçmişte kalsan da aklımıza kazıdıkların için. Yaşadığımız gezegenin duygusuz bir elektron bulutu olmadığını kanıtladığın için, bilim adına sana teşekkür ediyoruz. Yaradılışımıza bir ayna tuttun sen, sırf bu yüzden iste seni, asla ama asla unutmayacağız. Mekanın cennet olsun.

Bülent Tekin - Nisan 2009

Hiç yorum yok: