30 Kasım 2012 Cuma

Plants and Rags - PJ Harvey

PJ Harvey başlıklı bir yazıyı neden bu kadar uzun zamandır erteledim, bir türlü açıklayamadım kendime. Ciddi müzikseverliğimin 20. yılını tamamlıyor olmasından ötürü hız vermek istediğim bir şey var: Yazılmamışları yazmaya, söylemediklerimi söylemeye, unuttuklarımı anmaya, çekme 90'lık kasetlerde önlü arkalı dinlediğimiz, adlarını o zamanlar öğrenemediğim halde sözlerini ezberlediğim şarkıların aziz yorumcularından bahsetmeye devam etmeliyim. Dry ve Rid of Me arka arkaya kaydettiğim 90' lık bir kasetin iki yüzündeydi. Çok hızlı çekmiş olmalıyım, şarkı isimlerini yazacak vaktim olmamış. Kimden ve nasıl çektiğimi de hatırlamıyorum. Ama 1993-94 döneminde en çok dinlediğim kasetlerden biri olduğuna şüphe yok. O zamanlardaki kısıtlı medya imkanları nedeniyle Polly Jean hakkındaki bilgi ve görsel dağarcığım oldukça dar olmasına rağmen, onun ateşli bir feminist olduğunu anlamıştım.

Dry büyük bir başarı kazanmamıştı belki. Bunun benim için hiçbir önemi yoktu; PJ ablanın çılgın, sert riflerle örülü punk-rock tarzıyla coşmuş, onun vahşi çığlıklarının yorgun inlemelere dönmesiyle ona hepten hayran olmuştum. Hele o çiğ tınısı yok mu? Kafesinden kaçmış kara bir pumaydı adeta. Dibine kadar kadınsıydı, ama çekinmeden söylüyordu her sözünü, yere bakıp da gözlerini kaçıran, bizim alıştığımız tiplerden değildi. O zamanlar kendini çirkin göstermeye çalışıyor gibiydi benim gözümde. Onun görüntüsü, sesi ve özellikle de sesi beni hep Almodovar' ın kadınları gibi açıklanamaz şekilde çekmiştir. Tutkuyu tüm benliğiyle yaşadığını gizlemeden anlatıyordu, aşktan ve cinsellikten üstü kapalı olmadan bahsediyordu. Böyle bir abla yoktu, ya da ben bilmiyordum. Patti Smith ve Siouxsie Sioux' u sonradan tanıdım ama hiç bir dişi solist beni onun kadar çarpmamıştır.


Onun katıksız, düşünceli ve alçakgönüllü bir insan olduğunu inanın 90'lık kayıt kasetimden bile anlayabilirdiniz. Üniversite yıllarımda tanıştığım, sanat veya estetikle ilgili bölümlerde okuyan bazı ciddi kızları hatırlatmıştır bana sıklıkla. "Burada ne işim var, buraya ait değilim ki!" diyen Radiohead' in Creep şarkısının ana karakteri sürüngen gibi hissetmeme neden olsa da zaman zaman, onun acınası seksi çığlıkları beni aniden uyandırmıştır. O yıllardaki ümitsiz yalnızlığımdan kurtularak, heyecanla ve delice sevebileceğime dair gündüz rüyalarına sevk etmiştir beni kendileri.

Yıllar geçtikçe, doksanların sonlarına doğru ilerledikçe ve yeni albümleri geldikçe o ilk trionun sert, çiğ tınısını daha melodik ve duygulu, ritmik tarza terk etmiştir. Bu haliyle hayranlarını arttırmış olsa da beni kaybetmemiştir. Çünkü ablamız çoğu için itici, iğrenç veya utanç verici konulara değinmeye devam etmektedir. Onun oturmamış ya da kendine güvenmiyor hissi veren şarkıları, tam da o yılların gençliğinin ruh haline uyuyordu. Bir şeyler tam yerleşmemişti o zamanlar gerçekten. Değişiyorduk, deviniyorduk, yeniliklere yelken açıyorduk, keşifler peşindeydik hep. Hayal kırıklıklarımız da oluyordu, heyecandan havalara uçtuğumuz anlar da. Herkes içten içe cinselliği doyasıya, çılgınca yaşamak isterken mahalle baskısına yenik düşüyordu. Biralar siyah torbalarda taşınıyordu. "Coffe shop' da buluşalım, Iggy Pop gibi dans edelim" marşımızdı, "Ankara merkez, kafasına göre herkes" mottomuzdu. Hayatın bize dayattıklarına teslim olmak istemiyorduk ve güçlü bir enerjiyle karşı koyuyorduk. O kızgınlığımızla PJ' in şarkıları kafamıza kazınmış, farkına varmamışız. Bir gün sürekli ölçü birimleri ve birbirine olan çevrimlerini kurcaladığımız bir "Dayanım" dersinden sonra 50 Ft. Queenie' yi söylerken buldum kendimi. İşte o gün radyocu olmaya karar verdim.

Kendisi 8' den fazla albüm yapmış olmasına rağmen çoğu kişinin ilk gözağrısı olan Dry benim de favorim. Ancak 92-00 dönemindeki tüm albümlerin ciddi hastasıyım dersem yalan olmaz. O nedenle bir hayli zorlayarak kendimi ve de Thom Yorke ile birlikte söyledikleri şarkıyı kapsam dışı bırakarak 92-00 dönemi PJ Harvey ilk beşimi yapacağım izninizle:

5. Oh My Lover
Dry albümünün açılışındadır. “Onu seversen sev olsun, yeter ki beni de sev aynı zamanda” diyen parçadır. Daha ne diyeyim sevgili okur. Sevimli olma kaygısı taşımayan acı bir çığlıktır, ağırdır ve herkese göre değildir. Sık sık aklıma gelmesinden ötürü, içten içe kendimden şüphe duyup “N’ooluyo lan?” dememe neden olmuştur.

4. Is This Desire? 
İçinde geçen isimlerden dolayı farklı atıflar yapılsa da; bana vahşi Alaska doğasında geçen, Jack London hikayelerini andırır. Bahsedilen türden bir arzuyu hissetmek istemişimdir hep, “Korkmuyorum” demeyi gözlerimde sırlarla. Filmlerde tarif edilen bir Kızılderili gibi olurum her dinleyişimde, güneşi, toprağı, suyu ve ateşi duyarım. Beşinci eleman gibi havalanırım, şarkı bitince yere düşer ve tekrar başa alırım. 

3. Legs
Yukarıda bahsettiğim türden her türlü ağıtsal çığlık ve bilimum sızlanma ve iniltinin zirve yaptığı şarkıdır. Kan ve sex’ in yakın olabileceğine işaret eden vahşi David Lynch filmlerden birinin müziği olabilir kanımca. "Wild at Heart" a Elvis’ den ya da "Lost Highway" e Bowie’ den daha çok yakışırdı.

2. Whores Hustle and Hustlers Whore 
Gerçek erkekler kızları satın almazlar diye bir slogan duymuştum, önderliğini Sean Penn’ in yaptığı bir grup ünlü centilmen tarafından dile getirilmişti. Devasa boyulara ulaşan sex endüstrisine karşı yapılan bir kampanyanın sloganıydı. Zaman zaman dünyanın kötülük, pislik, aşağılık insanlar, katliamlar, terör, kitle ölümleri, seri katiller, salgın hastalık, ulaşım kazaları, hırsızlar, dolandırıcılar ve bunların ikili üçlü kombinasyonlarından oluştuğunu düşünürüm. Bu kadar zorluk arasından nasıl olup da sıyrılıp, kendimizi oturma odamızda geçirdiğimiz birkaç saat boyunca iyi hissedebildiğimizi şaşıyorum bazen. Bu duyguların tercümanı olup, oturma odamıza kadar gelen ve “Yalnız değilsin!” diye yüreğimize su serpen PJ ablamıza saygılarımızı sunuyoruz.

1.Plants and Rags
Çiğ balık hiç yediniz mi? Herkese göre değildir ama klasik pişirme yöntemleri ile alışık olduğunuz, tüketebileceğiniz kıvama çekilmediği için kendi özüne en yakın halindedir. Tabii ne yediğiniz de önemli. Çiğ olarak yediğiniz somonsa tadı istediğiniz yöntemle pişirdiğiniz tatlı su balığından daha lezzetlidir. Harvey’ in ilk albümü de ritmik altyapılarla yoğrulmamıştır, elektronik katkılar konmamıştır içine, soğan doğranmamıştır, içi yarılıp limon yerleştirilmemiştir, terbiye edilmemiştir. Kesinlikle sosa, una bulanmamıştır, yüksek sıcaklıklarda tavada pişmemiş içine yağ işlememiştir. Oysa çiğ somon tuza yatırılmış, yeneceği zamanı beklemiştir. PJ ablamız ilk albümünü yaparken bir daha albüm yapamayacağını düşünmüş, o zamana kadar biriktirdiği bütün tutkularını, fikir ve hikayelerini 45 dakikaya sıkıştırmaya çalışmıştır. Sonuçta ele avuca sığmayan yırtıcı punk rock gitarlarıyla dolu, aynı zamanda dolu dolu bir eser çıkmıştır. Her şarkı ayrı bir deneyimdir. Plants and Rags’ de Harvey kendi blues köküne dönmüş, akustik gitarını yumruklayarak başlamış, burgulu, iç parçalayan kemanlarla sonlandırmıştır. Kendisine iyi bakan, ona parlak şeyler hediye eden sevgiliye ulaşamamış, karanlık odalarda depresyona girmiş, kendisini dipten alıp çıkaracak olana çılgınca yardım çığlığını iletmiştir. Biz de koştuk yardıma ama bilmeden tuzak ağına takılmışız, 20 yıldır hastası olduk, ezber yaptık şarkılarını. Biz bu yola gönüllü düştük ey dostlarım, bundan sonra da iflah olmayız.


Hiç yorum yok: