3 Aralık 2013 Salı

Paris 1919 - John Cale


Dünyada istediğim bir yere gidebilecek olsam Paris' e giderdim. Ancak günümüzün koşullarında, günümüzün yetişkinliğinde ve hatta günümüzün bunalmışlığında olmazdı bu seyahat. Tıpkı Woody Allen' ın "Paris' te Gece yarısı" filminde olduğu gibi, zamanda yolculuk yapmak isterdim. Sıra dışı yazarların ve performans sanatçılarının kol gezdiği bir ortama ışınlanırdım. Marion Cotillard ile ya da "Köprüdeki Kız" filmindeki haliyle, oturmakta olduğum kafede arz-ı endam eden Vanessa Paradis ile arkadaşlık ederdim. Çılgınca şeyler yapmak isteğimi körükleyecek konyaklar ile doldurup midemi, kollarımı kanat çırparcasına açıp sokak aralarında koşardım. "Bir Endülüs Köpeği" hakkındaki yorumlarımı bir saat boyunca sıkılmadan dinleyebilecek insanlarla, bir yandan sohbet eder, bir yandan da gözlerindeki ışıltıları keyifle izlerdim.

Paris 1919 abümünün isim şarkısında John Cale de, tam da benim yaptığım gibi geçmişe gidiyor ve Versay Konferansı' ndan bahsediyor. Üstelik bunu "Elenor Rigby" tarzı yaylıların ritmleri eşliğinde yapıyor. Bir Endülüs' e, bir Antarktika' nın başladığı yere gidiyor. Shakespeare' den bahsediyor, Billy Wilder' ın 50' lerdeki filmlerine gönderme yapıyor. Gezdiği gizemli dönemleri, var oldukları zamandan koparıp gözümüzün önüne getiriyor.

Paris 1919 barok pop olarak etiketleyebileceğim bir albüm. Bu tarz günümüzde tamamen demode gibi görülse de 60' larda popdaki ana akımlardan biriydi. Beach Boys' un ünlü Pet Sounds, The Beatles' ın Revolver albümlerinde etkileri görüldü. Daha sonra Love, Procol Harum, The Zombies bu tarzın unutulmaz örneklerini verdiler. John Cale o dönemde Velvet Underground' un kurucu üyesiydi ve Lou Reed ile birlikte müzikte devrim yapma peşindeydi. Efsane iki albümden sonra yolları ayrılmıştı. O grubun yaramaz çocuğuydu ve hep deneysel tarafa doğru kırmak istiyordu dümeni. O olmadan Venus in Furs' daki elektro keman tınısını elde etmek mümkün olamazdı ve grubun sonu geldi.

Lou Reed' i geçen Eylül ayında maalesef kaybettik. O günlerde, hala hayatta olan arkadaşı John Cale' i hatırladım. Yaşayan efsanelere hayatlarında değer vermek gerekir. 1973 tarihli, Paris 1919' da Cale' i her zamanki deneyselliğinden biraz uzak ama yine de orkestral müziğin bütün büyülü enstrümanlarıyla bezenmiş olarak buldum. Artık gözlerimi kapatırım, orkestranın ambiansına bırakırım kendimi. Şimdi kah ustanın götürdüğü sonsuz düzlüklerde, kah hayal ettiğim taş kaldırımlı Paris sokaklarındayım. Bir şeylerin daha iyi olacağı inancıyla, bir dahaki yolculuğu geleceğe yapmak istiyorum.

Hiç yorum yok: