Geçmişte bir hayatım olduğunu pek sanmıyorum. Hepimiz bana göre dünyaya bir kez geliyoruz. Burada da sınırlı süre misafir oluyoruz. O nedenle günlerin kıymetini bilmekten yanayım. Olabildiğince yaşamak isterim, özgürce, keşfederek, tadını çıkararak, acele etmeden, hissederek geçirmek isterim. Bilincimin güçlü kalmasını hedeflemem de bu yüzdendir. Acı da olsa, kalbimi çarptıracak cinsten de olsa anılarımın canlı olması güzeldir, beni ben yapar.
Geçmişte yaşamamış olsam da şu kısa hayatımda değişik yerlerde yaşadım. Yıllar önce yaşadığım ve artık gitmediğim o kadar çok yer var ki. Bunu bir mutluluk kaynağı olarak görürüm. Çoğu kimsenin aklına bile gelemeyecek yerlerde yaşadım. İşim nedeniyle bazı uzak yerlere seyahat ettiğim de oldu. Bakü' deki hayat ve insanlar hakkında fikrim var örneğin. Kitaplardan öğrenemeyeceğiniz bilgiler edindim bu seyahatlerde. Farklı milletlerden insanlar tanıdım. İnsana insan olduğu için değer vermenin bir erdem değil, insan olmanın bir gereği olduğuna kanaat getirdim.
Mutlaka geçmişte yaşamış, ve ben doğmadan ölmüş, birinin yerinde olmak isteseydim Jimi Hendrix olmak isterdim. Kitleleri etkilemiş olmak, dünya kültür mirasına katkı yapıp, pek çok eser bırakmış bir efsane olmak için Jimi' nin pek uğraştığını sanmıyorum. Pratik yapmıştır gitarıyla ama işte o kadar. Özel bazı yeteneklerinin olduğu da kesin. Şansı da yaver gitmiş olmalı. Beste yapıp plak yapma ayrıcalığına sahip olsaydım, ondan bahseden bir şarkım olurdu. Çok sevdiğim "Little Wing" ine benzetirdim.
Neil Young da "Ambulance Blues" da akustiğin Jimi' si diye tanımladığı Bert Jansch' a gönderme yapıyor. Farkında olmadan onun bir şarkısına benzetmiş. "Ambulance Blues" hippi alt kültürünün önemli yapıtlarından biri. İyi ki On the Beach' in kapanışında diyorum, tüm albümü dinledikten sonra son şarkıyı en az birkaç kez tekrar etmeden bırakamıyorum.
Yakın dostlarım ve beni tanıyanlar Neil Young' a hayranlığımı bilir. Müziğe ulaşımın daha kısıtlı olduğu doksanlarda başlayan bir bağımlılık benimkisi. 2005' den sonra takıntım güçlendi. Öyle ki sonu gelmeyen gitar sololarla dolu bazı uzun şarkıları bitmeden arabadan inmediğimi bilirim. On dakikalık şarkıları hiç değişmeyen bir ritmle ilginç kılabilmek özel sanatçıların işidir. Bir süre sonra tüm albümlerini teker teker dinlemeye başladım, ilklerden başlayarak. Defalarca tekrar ederek, sözleri okuyup anlayarak, sosyo-kültürel referanslarına ulaşarak ve onlar hakkında da okuyarak anlamaya ve bu sayede daha çok zevk almaya başladım.
İlk önce Buffalo Springfield ve CSNY' nin altmışlardaki kayıtlarına takıldım. İlk Neil Young albümleri müziğin en güzel olduğu bir dönemde yapılmış olmanın nimetlerinden yararlanmış. İlk dört albüm Young' a hakettiği bir ün kazandırmış. Bugün o kadar çok anımsanmasa da, popüler medyada yer bulmasa da, üzerinden yüz yıl geçse bile dinleneceklerine inanıyorum. On The Beach ise zamanında sert prodüksiyonu nedeniyle, hayranlarda şok etkisi yaratmış, ancak değeri sonra anlaşılmış. Hatta albümün plak kopyası en aranılan Young kayıtlarından olmuş bir dönem. Benim de Özellikle "Revolution Blues" ve "Vampire Blues" favorilerim oldu, en uzun soluklu dinlediğim albümlerinden biri. Belki onu tanımayanlar için ağır temposu nedeniyle sıkıcı gelebilir ama onlar bile üç dinletinin ardından hastası olurlar.
Jimi gibi Young' un da efsane olmak gibi bir çabası olmamıştır. On The Beach gibi nice eserler vermiştir. O sadece içinden geldiği gibi besteleri sıralamıştır, bütün duygusuyla söylemiştir, soloları atmış, iliklerimize kadar ulaşmıştır. O sadece müzik yapmış ve takdiri bizlere bırakmıştır. Country, blues, rock, hard rock ve hatta grundge' a benzetebilirsiniz onu. Bu kadar uzun bir kariyerde farklı yönlere sapmalar, denemeler elbette olacak. Ama mesele efsane olmak ve efsane kalabilmek, hem de müzik dışında popüler medya aletlerini de görmezden gelerek. İşte Neil Young böyle biri...